Lara Masaj Hizmetli Masöz Bengü

Lara Masaj Hizmetli

Birkaç dakika sonra Florence’in yanından kaydı, pencerenin yanında aceleyle soyundu, yatağın çevresinde onu bütün bu bayağılıklardan uzak tutacak değerli bir alan bıraktı. Ayakkabılarını ayaklarından çıkarmak için topuklarına bastı, başparmaklarını Lara Masaj Hizmetli hızla takıp çoraplarını da sıyırıp attı. Florence’in kendisine bakmadığını, gözlerini kolonlu yatağın tavanına diktiğini görebiliyordu. Birkaç saniye içinde gömleği, kravatı ve kol saati haricinde çırılçıplak kalmıştı. Nedense, uyarılmış cinselliğini üstü örtülü bir anıtmış benzer biçimde kısmen gizleyen, kısmen vurgulayan gömleği Florence’in elbisesinin koyduğu terbiye kaideını kibarca benimsiyor gibiydi. Kravatın acayip kaçtığı kesindi, Edward Florence’in yanına dönerken bir eliyle kravatını tutup çıkardı, öteki eliyle de gömleğinin üstteki düğmesini açtı. Alışık olduğu, çalımlı bir hareketti, bir an kendisi ile alakalı eski bir düşüncesi geldi aklına, kaba saba fakat temelde efendi ve yetenekli bir genç olduğu düşüncesi, sonrasında silindi bu. Harold Mather’ın hayaleti hâlâ rahatsız ediyordu.

Lara Masaj Hizmetli

Florence kalkıp oturmamayı yeğledi, hatta pozisyonunu bile değiştirmedi; sırtüstü yatarken, buz benzer biçimde taş duvarlı şatoların olduğu, sarayda evlilik dışı aşkların yaşandığı eski İngiltere’yi canlandırmayı amaçlayan -Florence öyle varsayıyordu- kolonların desteklediği krem rengi pilili kumaşa dikti gözlerini. Dikkatini kumaşın pütürlü dokumasında, metal para büyüklüğündeki yeşil bir lekede topladı -nereden gelmişti o kir oraya?- ve cereyan yaptıkça kıpırdaşan bir iplik parçasında. Yakın geleceği düşünmemeye çalışıyordu, geçmişi de, bu ana tutunduğunu hayal ediyordu, kıymetli şimdiye, bir kayaya belinde ipi olmadan tırmanan, kıpırdamaya korkarak yüzünü sıkıca kayaya bastıran bir dağcı gibiydi. Çıplak bacaklarında dolaşan serin hava hoşuna gidiyordu. Uzaktaki dalgaların, gümüş martıların, soyunan Edward’ın çıkardığı sesleri dinliyordu. İstemese da geçmişi hatırlamaya başlamıştı, müphem geçmişi.

Bunu aklına getiren denizin kokusuydu. On iki yaşındaydı, iyi yanı cilalı abanozdan daracık ranzada ürpererek, şimdiki benzer biçimde sükunet içinde yatıyor, bekliyordu. Zihni bomboştu, utanç verici bir durumda bulunduğunu hissediyordu. İki gün devam eden bir deniz yolculuğundan sonra tekrar Cherbourg’un güneyinde, Carteret Limanı’nın sakinliğindeydiler. Akşamın geç saatleriydi, babası loş ve sıkışık kabinde dolaşıyor, şimdi Edward’ın yaptığı benzer biçimde soyunuyordu. Giysilerin hışırtısını, çıkarılan bir kemerin ya da anahtarların ya da bozuk paraların tıkırtısını hatırlıyordu. Kendisine düşen tek görev gözlerini kapalı tutması ve sevdiği bir şarkıyı düşünmesiydi. Ya da herhangi bir şarkıyı. Zorlu bir yolculuktan sonra teknede kapalı kaldıkları için çürümeye yüz tutmuş yiyeceklerin tatlı kokusunu hatırlıyordu. Denizdeyken birkaç kez hastalanırdı genellikle, bu yüzden de takım olarak babasının işine varamazdı, utancının kaynağı elbette buydu.